1800’lerin başında, bugünkü Kuzey Kaliforniya coğrafyasında Rusya İmparatorluğu’nun bayrağını diktiği topraklar olduğunu biliyor muydunuz? Alaska’nın 1867’ye kadar Rus toprağı olduğunu ve bu tarihte 7,2 milyon dolara (Bugünün parasıyla yaklaşık 120 milyon dolar) ABD’ye satıldığını zaten duymuşsunuzdur.
Bugün Rus milliyetçiler “Çar 2’nci Aleksandr büyük yanlış yapmış, hiç Alaska satılır mıydı?” diye atıp tutsa da, o dönemde her cephede kan kaybeden imparatorluğun “koruyamayacağı ve ilk fiskede kaybedeceği uzak toprağı” satmaktan başka çaresi olmadığını kabul edenler az değil... Hatta 1860’lardaki reformlar için Rothschild ailesinden alınan yıllık yüzde 5 faizli 15 milyon sterlin dahil, gırtlağa çıkan borçları kapatmanın başka yolu kalmadığını söyleyenler de...
Neyse, derdimiz “İlber Ortaylı taklidi” yapmak değil.
Sadece, Ukrayna’da olanlara bakıp “Rusya kendi Monroe Doktrini’ni dayatmaya çalışıyor” yorumları yapanlar, bizi “tarihin arka odalarına” götürdü; o kadar.
1822’de Bolivya hariç, Güney Amerika’daki tüm İspanyol sömürgeleri zincirlerini kırıp bağımsızlık ilan etmişti. Amerikan yönetimi, İspanyolların bıraktığı boşluğu İngiltere, Fransa ve de Rusya’nın doldurabileceğinde kaygılıydı. Çünkü Alaska’yı elinde tutan Rusya, gözünü güneye dikmiş, Kaliforniya’ya ve daha aşağıya bakıyordu.
İşte bu “kritik dönemde”, 2 Aralık 1823'de ABD Başkanı James Monroe, Kongre’ye tarihe geçecek bir belge sundu.
Monroe Doktrini diye anılacak bu ültimatom ile ABD kendi “arka bahçesine” uzanan elleri kıracağını ve Avrupa’nın işlerine de karışmayacağını yedi düvele ilan ediyordu: “Hiçbir Avrupa devletinin Amerika kıtasında yeni koloni kurmalarına izin vermeyiz. Bunu barış ve kendi güvenliğimiz için tehdit görürüz. Anında silahla yanıt veririz.”
Bugün esamesi okunmuyor gibi görünse de, Monroe Doktrini’nden aslında ABD’nin hâlâ vazgeçmediği (geçmişte Küba füze krizi, bugün Rusya’nın Güney Amerika ile askeri-siyasi işbirliği girişimlerinin aldığı tepki) ve “arka bahçesini koruma yönetmeliği” saydığı yalan değil.
İşte bugün pek çok analist, Ukrayna’yı “Rusya’nın kendi Monroe Doktrini’nin etki alanı” olarak görüyor ve “Rusya’ya rağmen” bir yol çizilemeyeceğini düşünüyor. Genişleme süreciyle adım adım Rusya’ya komşu olan NATO’nun, Ukrayna’ya ayak basmasının “kıyamet alameti” olacağı vurgulanıyor.
Dünyada bir “kitabi gerçekler” var, bir de beğensek de beğenmesek de “hayatın gerçekleri”... Bir yanda “uluslararası hukuk” var, diğer yanda “çıkarım için her yol mubah” gözü karalığı... Bir yanda “tencere dibin kara” öfkesi var, diğer yanda “seninki benden kara” savunması...
Tarihin tekerleği hiç durmamacasına dönüp duruyor... Dün üstte olanlar bugün alta düşüyor... Dün San Fransisco’ya 2 saat mesafede “Fort Ross”da Çar’ın bayrağı dalgalanırken, bugün kimileri NATO bayrağını Rusya sınırına dikmenin hayaliyle savaşıyor... Dün kendi “arka bahçeleri”ni “Tapulu arazime gecekondu diktirtmem” edasıyla savunanlar, bugün aynı tepkiyi gördüklerinde muhtemelen “Dün dündür, bugün bugündür” diyorlar...
Monroe Doktrini’ne bugün hem o taraftan hem de bu taraftan yeniden bakma zamanı. “Ne üstteyim diye gerin, ne alttayım diye yerin” sözünü hatırlama zamanı. Biz unuttukça tarih hatırlatıyor.
Tarih bizden daha adil; nalıncı keseri gibi hep kendine yontmuyor. Ve de iktidarın zirvelerinde kendini en ölümsüz bilen, insanlara bakınca “yüce çıkarları uğruna feda edilecek cüce sayılar” gören tüm liderlerin ömrü de, tarihin nezdinde biz fanilerinkinden farklı değil: Bir göz kırpma süresi kadar.
Ama işte adı ister Monroe Doktrini olsun, ister modern zamanların nükleer silaha bel bağlayan efelenmeleri, dünyada “hegemonya savaşları” her daim vizyonda kalan korku filmi... Başrolde bir o, bir öteki “jön” oluyor, kalanlar “bön bön” bakıyor. Filler düzüşürken çimenler eziliyor...
25.2.2015
SUAT TAŞPINAR | Kaynak : http://www.turkrus.com/68425-filler-cimenler-ve-ukrayna-xh.aspx
Yorumlar
Yorum Gönder